Sosyal Hukuk Devletinden Yana Olacağız!
Değerli meslektaşlarımız,
Maaşlara yansıtılması gereken Hayat Pahalılığı artışı, zamlar karşısında alım gücü azalan, dar ve sabit gelirli kesimlerin alım gücünü koruyabilmek için kullanılması yasal olarak zorunlu bir yöntemdir. Bu, ekmeğini çalışarak emeğiyle kazanan kesimlerin en doğal hakkıdır.
Yasal olarak 6 ayda bir uygulanan hayat pahalılığı, aslında çalışanın 6 aylık bir kayıp döneminden sonra bu hakka ulaşması demektir. Hükümetin yasa gücünde kararnameyle maaşlara yapmak istediği kesinti bu anlamda en temel haklara yapılan bir saldırıdır; 6 aylık kaybı 12 aya taşımaktır.
Dünyamızın ve ülkemizin yaşadığı krizlerin farkındayız. Bu kriz dönemlerinde birçok çağdaş ülkenin uyguladığı sosyal devlet politikalarının da farkında ve bilincindeyiz. Yaşanan ekonomik kriz dönemlerinde sosyal devletler zengin ve varlıklı kesimleri değil dar ve sabit kesimleri korumak üzere tedbirler almışlardır. Bu dönemde zenginleri ve yüksek gelir gruplarını korumak için vergiler azaltılmamış, enerji ücretleri kamu maliyesinden sübvansiye edilmemiş, ancak dar ve sabit gelirlilerin alım gücünü korumak için doğrudan mali destek verilmiş, toplu taşıma ücretleri azaltılmıştır.
Özetle, sosyal devletten yana olan hükümetler sınırlı kaynaklarını zenginden yana değil, dar ve sabit gelirlilerden yana kullanmayı tercih etmişlerdir.
Değerli meslektaşlar,
Bizim hükümetimiz ise yaşadığımız kriz döneminde maalesef bu politikaların tam tersini uygulamıştır ve hala daha da uygulamaya devam etmektedir. Hükümetimiz dar ve sabit gelirlilerden yana değil, zengin ve varlıklı kesimlerden yana olmayı tercih etmiştir. Bu dönemde hükümetimiz, toplam enerji tüketiminin neredeyse %80’ini oluşturan büyük otellerin, kazinoların, gece kulüplerinin, büyük şirketlerin, özel üniversitelerin, havuzlu veya havuzsuz 300 metrekareden büyük villaların elektrik giderlerini kamu maliyesinden sübvansiye etmeyi tercih etmiştir. Toplu taşımayı teşvik etmek ve geliştirmek yerine akaryakıt fiyatlarına indirim yapmayı tercih etmiştir. Lüks tüketime uygulayacağı doğrudan ve/veya dolaylı vergilerle kamu gelirlerini korumak yerine lüks araç satışları dahil vergi indirimi yapmayı tercih etmiştir. Büyük ve lüks binalara uygulanması gereken daha yüksek emlak vergisi uygulamasını hayata geçirmemeyi tercih etmiştir. Arazi spekülasyonlarından ve yabancılara emlak satışlarından, ülkedeki zenginlerin zenginlikleri daha da artarken, hükümetimiz bu değer artışlarından oluşan zenginliğe şerefiye vergisi uygulamamayı tercih etmiştir. Servet vergisi önerilerine kulak tıkamayı tercih etmiştir.
Hükümet, elbette bu tercihlerinin bedelini bir kesime ödetecekti. Bu kesimler ise maalesef yine işsizler, dar gelirliler, asgari ücretle çalışanlar ve sabit gelirliler olmuştur.
Özetle bugün yaşadığımız bu tablo, bir zorunluluk değil bir tercihtir.
Hükümet anayasada tanımlanan “sosyal hukuk devletini” hayata geçirmek ve bu yönde politikalar uygulamak yerine, sosyal devleti de hukuk devletini de yok sayan politikaları hayata geçirmeyi tercih etmiştir.
DAÜ-SEN, diğer sendikalar ile beraber, hükümetin maaş kesintileri ile ilgili yürürlüğe koyduğu “yasa gücünde kararname’nin anayasaya olan aykırılığı nedeniyle söz konusu kararnamenin yürütmesini durdurmak için anayasa mahkemesine ortak başvuruda bulunmuştur.
Hükümet, söz konusu kararnameyle maaş kesintilerinin DAÜ dahil tüm kamu kuruluşlarında uygulanmasını da emretmiştir.
Değerli meslektaşlarımız,
Ekte göreceğiniz gibi hukuk danışmanımızdan aldığımız hukuk görüşüyle bu kararnamenin DAÜ’de uygulanmasının TİS’e ve dolayısıyla hukuka aykırı olacağını da tespit etmiş bulunmaktayız. Bu bağlamda, konu ile ilgili görüşümüzü vakıf yöneticiler kuruluna ve rektörlüğe sözlü olarak ilettik ve böylesine bir kesinti olması durumunda DAÜ yönetimi aleyhinde hukuksal süreç başlatacağımızı kendilerine bildirdik.
Değerli meslektaşlarımız,
TİS kapsamında, mali sorunları görüşmeye ve DAÜ’nün geleceği için gerekli adımların atılmasına katkı koymaya hazır olduğumuzu daha önce defalarca dile getirdik. Bu ifadeyi, TİS’e ayrı bir madde olarak da ekledik. Hal böyle iken hükümetin anayasaya aykırı kararlarla DAÜ yönetimini de TİS’e ve hukuka aykırı hareket etmeye yönlendirmesi kabul edilemez bir davranıştır. DAÜ-SEN gerek anayasa ihlali gerekse TİS ihlalleri ile ilgili tüm hukuksal adımları atacaktır.
DAÜ’nün bugün itibarıyla devletten aldığı bütçe katkısı yıllar içerisinde %30’lardan %1’in altına düşmüş durumdadır. Böylesi bir durumda hükümet kararıyla DAÜ’de maaşlardan %10 veya %20 kesinti yapmanın DAÜ bütçesi üzerinde faiz geliri dışında pratik hiçbir anlamı olmadığı gibi iş barışını da yok edici bir hamle olacaktır.
DAÜ’ye olan Devlet Katkısı’nın neredeyse sıfıra ulaştığı ve yüksek öğretim kurumlarının herhangi bir standarda ve kalite kriterlerine bağlanmadığı bu koşullarda, bir devlet üniversitesi olarak standardını ve kalitesini korumaya çalışan DAÜ, yüksek öğretim kurumları arasında olan rekabette, maalesef avantajlı değil dezavantajlı duruma getirilmiştir.
DAÜ-SEN, DAÜ’nün bir devlet üniversitesi olarak içine düşürüldüğü dezavantajlı durum sorununu ve bununla beraber üniversitede oluşabilecek mali sorunları, çalışan ve işveren uzlaşısıyla, paydaşlar olarak beraber hareket ederek, bütünlüklü olarak, hukuksal zeminde çözmekten yanadır.
DAÜ-SEN olarak daha önce bu anlamda başlattığımız süreçleri sonuca ulaştırmak için elimizden gelen tüm çabayı göstereceğimizi ve bununla beraber ülkede her zaman “sosyal hukuk devletinden” yana olacağımızı, siz değerli meslektaşlarımıza, bu yazıyla bir kez daha iletmek isteriz.
DAÜ-SEN